Bizim mutfağımızda aslında zeytinyağlı sebze yemeği pek rağbet görmez.En azından bizim evde durum buydu.Evimize; kereviz,enginar,pırasa girdiğine hiç şahit olmadım ben.Haliyle hiç yemediğin birşeye karşı damak zevkime uyar mı,uymaz mı diye endişe de yaşıyorsun.Makul mantıklı sınırlar dahilindeyse (kızarmış akrep veya solucan da değil yani:)) yeni tatlara açığımdır.Yaparım,denerim,denk gelirse tadarım.Evlendikten sonra haliyle kendi evinin aşçısı oluyorsun;mutfak ise tamamen benim cumhuriyetim!İstediğimi,istediğim şekilde pişirip yeme ve sunma lüksüm var.Böyle olunca aklıma yemediğim ama merak ettiğim tatlar geldi.Allahtan eşim sebzeye düşkün (et kadar olmasa da:)).Pazarda gördüğüm Pırasa ile başladım işe, aldım eve geldim,tamamen tahmini ve doğaçlama giriştim pişirmeye.Zeytinyağlı olduğu için şeker kaçınılmazdı,biraz şeker,biraz limon derken ortaya nefis bir tat çıktı.Eşimde ben de çok beğendik ve o gün bugündür pırasayı sıkça alır ve pişiririm afiyetle yeriz.Haliyle zaman içine eklemeler,çıkarmalar oldu ve son haline geldi.Bu tarifim,artık oldu dediğim en son sürümü :))Deneyin bakalım beğenecek misiniz...
Malzemeler:
1 kilo pırasa
3 adet havuç
1 tatlı kaşığı biber salçası
Yarım kahve fincanı pirinç
1 çay kaşığı kimyon
1 çay kaşığı karabiber
1 portakal
1 limon
2 tatlı kaşığı şeker
Zeytinyağı,tuz,su
Yapılışı:
Havuç soyulur ve verev verev kesilir.
Aynı şekilde iyice yıkanmış pırasalarda doğranır.
İkisi birlikte kavrulmaya başlanır.
Biraz yumuşadıktan sonra salça eklenir,beraber 1-2 defa çevrili.Baharatlar eklenir.Pirinç yıkanıp eklenir.Portakalın ve limonun kabukları rendelenerek bir kenara ayrılır.Portakalın suyu sıkılıp eklenir, su ile tamamlanır.İyice yumuşayıp yenme kıvamına gelince isteğe göre ya yarım ya tam limon suyu ve ayırdığımız kabuklar ilave edilir ve ocaktan alınır. Biraz ılıyınca servis edilir.Afiyet olsun...
3 Nisan 2015 Cuma
30 Mart 2015 Pazartesi
ZİMEM DEFTERİ
Her devirde
olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu devrinde de maddi olarak sıkıntı çeken
insanlar bulunmaktaydı. Bu insanlar da evlerinin geçimlerini bir şekilde devam
ettirmek zorundaydı ve adına bugün ” taksitle alışveriş, vade ile satış”
diyebileceğimiz ve bazılarımızın eski bakkallardan hatırlayabileceği bir usül
kullanılıyordu. Veresiye defteri. Osmanlılar buna Zimem Defteri adını
vermişlerdi.
Zimem defteri örneği
İhtiyacı olan ve
elinde nakit parası olmayan vatandaşlar, mahallenin esnafından alış verişini
yapar, dükkan sahibi de alacaklarını daha sonra ödenmek üzere zimem
defterine yazardı. Eline para geçen borçlu da en kısa sürede borcunu öderdi.
İşin daha ince
kısmı ise şuydu;
Özellikle
ramazan ayında , o bölgede tanınmayan bir kişi ( özellikle farklı bir semttin
sakini zengin kişi ) gördüğü ilk dükkana girerek:
-” Bakkal
efendi, çıkar bakalım şu zimem defterini” der,
-”İlk 5 sayfanın
yekününü hesapla bakalım.”
Esnaf hesaplar
ve fiyatı söyler. Bizim tanımadığımız o yabancı şahıs çıkarır altın kesesini,
esnafın söylediği tutarı ona uzatır ve :
-”Sil bütün
borçlarını, Allah kabul etsin”, der.
Tüm borçlar
silinir. Bunun gibi birkaç kişi daha gelirse mahallelinin borçları
ödenmiş olur.
İşin hassas olan
kısmı da, ne borcu ödeyen kimin borcunu ödediğini bilir, ne de borcu kimin
ödediği bellidir. İşte bu sayede ne zenginde gururun emaresine rastlanılır, ne
de fakirde borçlu olmanın minneti görülürdü.
Allah hepimizi veren el etsin inşallah...İlle çok yüksek meblağlara gerek yok,bir tebessüm bile sadakadır.Zira...
25 Mart 2015 Çarşamba
Yoksak da olur...
Yüzde ısrar etme, doksanda olur...
İnsan dediğinde noksan da olur...
Sakın büyüklenme, elde neler var...
Bir ben varım deme, yoksan da olur! (Hz.Mevlana)
23 Mart 2015 Pazartesi
Seviyorum...
Gönlü geniş
insanları seviyorum...
Vefakar insanları,
Kusur kapatanları,
Açık aramayanları,
Kendi gibi davrananları,
Başkası olmayanları seviyorum! (La Edri)
Vefakar insanları,
Kusur kapatanları,
Açık aramayanları,
Kendi gibi davrananları,
Başkası olmayanları seviyorum! (La Edri)
22 Mart 2015 Pazar
Helal olsun valla
21 Mart 2015 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)